İnsanın yeme, içme, uyuma gibi ihtiyaçlarının yanında güven duyma, inanma, sığınma, mutlu olma gibi ihtiyaçları da vardır. Allah (cc), insanı O’nun var ve bir olduğunu kavrayıp O’na iman edecek kabiliyette yaratmıştır. Dolayısıyla inanma duygusu fıtri bir ihtiyaçtır. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de “Resulüm! Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona, çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” ayetiyle ifade edilir. Din olgusu, Hz. Âdem’le başlayarak günümüze kadar yaşamış bütün topluluklarda var olmuştur. Geçmiş toplumlara ait bulgular, insanın inanma ve yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı içinde olduğunu gösterir.
İnsan, Allah’a (cc) iman edecek kabiliyette yaratılmış olsa da bazı etkenler onu bu yaratılıştan uzaklaştırabilir. Bu sebeple Allah (cc), insanı sadece kendisine kulluk etmeye ve inanç esaslarına tabi olmaya çağırmıştır. Bunun için peygamberleri görevlendirmiştir. İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar Allah’ın (cc) tüm elçilerinin tevhit inancını tebliğ ettiği “Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, ‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin.’ diye vahyettik.” ayetinde açıkça ifade edilmiştir.
İnanmak, tasdik etmek, güvende olmak anlamlarına gelen iman; kişinin Allah’ın (cc) varlığına, birliğine ve peygamberlerin Allah’tan (cc) alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlara inanması ve onları tasdik etmesidir.
İman eden kişiye mümin denir. Mümin, hem gönülden inandığı Rabb’ine teslimiyetle güvende olur hem de inancını yaşantısına yansıtarak başka varlıklara güven verir. Kur’an’da “Müminler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” buyrularak müminlerin bazı özellikleri zikredilmiştir. Allah’a (cc) ve Resulü’ne itaat etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, iyiliği emredip kötülükten alıkoymak, israf ve cimrilikten kaçınmak, vakar ve tevazu sahibi olmak da müminlerin özellikleri olarak Kur’an’da yer alır. Mümin aynı zamanda Allah’ın (cc) Kur’an’da zikredilen güzel isimlerinden birisidir.
Bir kişinin mümin olabilmesi için iman edilmesi gereken hususların hepsini kalben tasdik etmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilir: “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.’ dediler.”
İmanın geçerliliği için kalp ile tasdik yeterlidir. Ancak kişinin mümin olarak bilinmesi ve ona göre muamele görmesi için imanını ikrar etmesi gerekir. İkrar, müminin kalbindeki imanı söz ile açıklaması anlamına gelir.
İman ile amel arasında güçlü bir ilişki vardır. İman, akıl sahibi olan her insanın Allah’a (cc) karşı yerine getirmesi gereken ilk sorumluluktur. İnsan inandıktan sonra imanın gereği olan amelleri de yapmakla mükelleftir. Kişinin hayatını inancına göre düzenlemesi gerekir. İman ve salih amel vurgusu “İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.” ayetinde olduğu gibi pek çok ayette yer almaktadır. Salih amel; hayırlı, iyi, din ve dünya için faydalı, huzur verici, Allah’ın (cc) rızasını kazanmaya sebep olan işlerdir. İman kişiyi salih amellere sevk ederken bu ameller de onun Allah’la (cc) bağının güçlenmesini sağlar. Kişinin salih amelleri onun imanını kuvvetlendirirken kötü amelleri onun imanının zayıflamasına sebep olur.
İman, gerçekleşme şekline göre taklidî ve tahkiki olarak ikiye ayrılır. Taklidî iman, herhangi bir naklî ve akli delile dayanmaksızın kişinin içinde doğup büyüdüğü çevrenin inanç ve değerlerini taklit etmesi ile oluşan imandır. Tahkikî iman; naklî ve akli delillere, araştırma ve kavramaya dayanan imandır. İnanç esaslarını ve onların gerektirdiği hususları sadece taklit yoluyla öğrenen kişi, kendisine telkin edilen ve nefsine daha hoş görünen şeylerin peşinden gidebilir. İnanç konularıyla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığından herhangi bir itiraz ve inkârla karşılaştığında şüpheye düşebilir. Buna karşın hakikate ulaşma gayretinde olan kişi, yaratılış üzerine tefekkür eder. Dinin hükümleri hakkında Kur’an ve sünnet yoluyla bilgi sahibi olur. Bu da onun Allah (cc) ve diğer varlıklarla olan bağını sağlam bir temel üzerine inşa etmesini sağlar. Kişinin kalbindeki teslimiyetle birlikte imanını da kuvvetlendirir.
Neler Öğrendik?
- İman nedir?
- İman eden kişiye ne ad verilir?
- İmanın geçerli olmasında aranan şartlar nelerdir?
- İman ile amel arasında nasıl bir ilişki vardır?
- Taklîdî iman nedir?
- Tahkîkî iman nedir?